• Aucun résultat trouvé

BAUDELAIRE VE UYAR’DA KENT SIKINTISI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Partager "BAUDELAIRE VE UYAR’DA KENT SIKINTISI"

Copied!
11
0
0

Texte intégral

(1)

BAUDELAIRE VE UYAR’DA KENT SIKINTISI

*

Yavuz KIZILÇİM**

SPLEEN URBAIN CHEZ UYAR ET BAUDELAIRE

Dans ce travail, nous avons étudié les discours sur le spleen des deux poètes en vue d’estimer l’étendue de leurs affinités littéraires et personnelles et de révéler les effets du processus d’urbani- sation sur l’individu sous les différents aspects. L’auteur de ce travail tente d’analyser les sources psychologiques et culturelles prenant place de fond de ces poèmes. Dans ce contexte, en mettant en avant le niveau des contenus et des particularités formelles, nous les évaluerons réciproquement en soulignant surtout les conditions sociales de cette époque. On verra qu’ils sont d’une focalisation dans un domaine sémantique commun quand on lit ces poèmes en établissant une relation mutuelle entre eux. Le problème principal de cet article est de trouver les réponses aux questions : comment le poète symbolise-t-il les relations entre la continuité et le temps? Comment utilise-t-il des phrases impératives dans le contexte de la poésie? Comment symbolise-t-il la connexion entre la continuité et l’espace.

Mots-clés: Analyse du discours, ciel, ville, étouffement, mécontentement, chaos, impératif CITY BOREDOM IN UYAR AND BAUDELAIRE

In this work, we studied the discourses on the city boredom of the two poets in order to estimate the extent of their literary and personal affinity and to reveal the effects of the process of urbanization on the individual in various aspects. Like Baudelaire, Uyar also seeks to write a poem that removes concentration from reality and gives an important place to an anxious individual in the inner world and to their shattered relationships. The author of this work tries to analyze the psychological and cultural sources which form the background of these poems. In this context, by highlighting the level of content and formal particularities, we will evaluate each, emphasizing above all the social conditions of this period. We will see that they are in a focus in a common semantic field when we read these poems by establishing a mutual relationship between them. The main problem of this article is to find the necessary answers to the questions how the poet symbolizes the relations be- tween continuity and time, and how he uses imperative sentences in the context of poetry and how he symbolizes the connection between continuity and space.

Keywords: discourse analysis, sky, city, suffocation, discontents, chaos, imperative

Bu çalışmada Turgut Uyar’ın Göğe Bakma Durağı isimli şiirini Baudelaire’in Mo- esta et Errabunda (Hüzün ve Serseri) şiirinden yola çıkarak çözümlemeyi deneyeceğiz.

Uyar, tıpkı Baudelaire gibi, Dünyanın En Güzel Arabistanı’yla bireyin huzursuz iç dün- yasını, çatışmalı, çelişkili ilişkilerini ve katı gerçeklikten kaçışını ele alan farklı bir şiir yazmayı dener. Bu çalışmanın yazarı her iki şiirin de arka-planında yer alan psikolojik ve kültürel dayanaklarını birbirleriyle ilişkilendirmeyi deniyor. Bu bağlamda, her ikisinin de biçimsel özelliklerinden daha çok içerik düzeylerini öne çıkararak, bu içeriği her iki şiirin yazıldığı sosyal koşullarla ve birbirleriyle bağlantılı olarak irdelemeyi öneriyor. Bu şiirlerde gökyüzü, deniz gibi insanı dinlendirir ve kalabalık kent yaşamının bunaltısından, sıkıntısından kurtulmak için zaman yitirmeden yeni ve özlenen bir yaşamı arama gereğini

* Geliş tarihi: 26.11.2019 – Kabul tarihi: 30.12.2019

** Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Yabancı Diller Eğitimi Bölümü, Fransız Dili Eğitimi Ana- bilim Dalı Öğretim Üyesi, ykzlcm@atauni.edu.tr, ORCID: 0000-0002-1410-4252

(2)

haber verir. Bu çalışmanın ana problemi buyuru bildiren sözcelerin şiirsel bağlamı nasıl yönlendirdiği ve ozanın yineleme ve süreklilik kavramları ile uzam arasındaki temel bağ- laşıklığı şiirsel yaratım koşullarında nasıl simgeleştirdiği sorusuna yanıt(lar) aramak ola- caktır. Bu şiirler birbirleriyle ilişkilendirilerek okunduklarında ortak bir anlam evreninin odağında bulundukları görülecektir. Beşer dizeli altı birimden oluşan Hüzün ve serseri başlıklı şiirde yalnız ve yabancı olduğu sezdirilen öznenin Agathe üzerinden deniz (geniş deniz) algısı, bakışı, tanıklıkları öne çıkarılır. Buyuru bildirim kipinin bütün şiire yön ver- diği görülür. Baudelaire’in şiirine benzer şekilde, Turgut Uyar şiirinde de dil düzeyinde, (ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım/ şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlardan/

bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından) gibi özellikle kullanılan sözcüklerin se- çiminde doğa ve doğanın güzelliklerini resimleyen bir söz varlığıyla karşılarız. (Sahiden der mi, Agathe’ın kederli kalbi bazan/ götür beni vagon! al kaçır beni gemi!) şiirde varlı- ğını saptadığımız bu tür eğretilemeler çoğul ve karmaşık içerikleriyle birbirine bağlanan kaçış odaklı bilişsel bir yapıyı belirginleştirir. Şiirde ana yapının zaman ve uzam üzerine yinelemelerle kurulduğu anlaşılmaktadır, bu nedenle (mavi, açık ve derin) betimlemelerle çizilen bir kent görüntüsünün ardından, Agatheın yüzü yerine yalnızca kalbi, (kederli) kalbi çok defalar öne çıkarılır: Agathe’ın kendisinden önce kuş gibi kıpır kıpır eden yüre- ğinin uçurulması dikkat çekicidir:

Moesta et Errabunda/ Hüzün ve Serseri

Dis-moi, ton coeur parfois s’envole-t-il, Agathe,/ Söyle bana, Agathe, kalbin uçar mı bazan,/ Loin du noir océan de l’immonde cité,/ İğrenç kentin o siyah okyanusundan öte,/

Vers un autre océan où la splendeur éclate,/ Bir başka okyanusa, görkemle parıldayan,/

Bleu, clair, profond, ainsi que la virginité ?/ Aydınlık, mavi, derin, bir el değmemişliğe?/

Dis-moi, ton coeur parfois s’envole-t-il, Agathe?/ Söyle bana, Agathe, kalbin uçar mı ba- zan? / La mer, la vaste mer, console nos labeurs!/ Ey engin deniz, bizi uzak tut işimizden!/

Quel démon a doté la mer, rauque chanteuse/ Hangi şeytan verdi bu bet sesli türkücüye,/

Qu’accompagne l’immense orgue des vents grondeurs,/ Rüzgârların sınırsız orguna eşlik eden,/ De cette fonction sublime de berceuse?/ Ninni söylemeyi bir ulvi iş olsun diye?/

La mer, la vaste mer, console nos labeurs!/ Ey engin deniz, bizi uzak tut işimizden!/ Em- porte-moi, wagon! enlève-moi, frégate!/ Götür beni, ey tren! kaçır beni, ey gemi!/ Loin!

loin! ici la boue est faite de nos pleurs!/Uzağa! çok uzağa! pis gözyaşlarımızdan!/ -Est-il vrai que parfois le triste coeur d’Agathe/ - Agathe’nin kederli yüreği bazan der mi:/ Dise:

Loin des remords, des crimes, des douleurs,/ Pişmanlıktan öteye, suçlardan, acılardan,/

Emporte-moi, wagon, enlève-moi, frégate ?/ Götür beni, ey tren! kaçır beni, ey gemi! / Comme vous êtes loin, paradis parfumé,/ Ne kadar uzaksınız, ey mis kokulu cennet, / Où sous un clair azur tout n’est qu’amour et joie,/ Orda bir gök altında, her şey sevda ve neşe, / Où tout ce que l’on aime est digne d’être aimé,/ Orda boğulur yürek kaplayınca saf şehvet,/ Où dans la volupté pure le coeur se noie !/ Orda herkes layıktır sevmeye, sevilmeye!/ Comme vous êtes loin, paradis parfumé!/ Ne kadar uzaksınız, ey mis kokulu cennet!/ Mais le vert paradis des amours enfantines,/ Ya o yeşil cenneti çocukluk aşkla- rının,/ Les courses, les chansons, les baisers, les bouquets,/ Yarışmalar, şarkılar, öpücük- ler, demetler, / Les violons vibrant derrière les collines,/ Hele titrek kemanlar, ötesinde sırtların,/ Avec les brocs de vin, le soir, dans les bosquets,/ Akşamları koruda şarap dolu güğümler,/-Mais le vert paradis des amours enfantines,/ - Ya o yeşil cenneti çocukluk

(3)

aşklarının,/ L’innocent paradis, plein de plaisirs furtifs,/ O saf ve masum cennet, dolup taşan hazlarla,/ Est-il déjà plus loin que l’Inde et que la Chine ?/ Daha uzakta mıdır Hin- distan’dan ve Çin’den?/ Peut-on le rappeler avec des cris plaintifs,/ Dön denilse gelir mi, ah eden çığlıklarla,/ Et l’animer encore d’une voix argentine,/ Ve can verebilir mi ona bir ses, gümüşten,/ L’innocent paradis plein de plaisirs furtifs ?/ O saf ve masum cennet, dolup taşan hazlarla?1

Baudelaire şiirinde, Agathe kendi hakkında verilen ya da verilmeyen bilgilere göre bir bütün halinde tanımlanmaktadır. Bu örneklerle ozanın belleğinde hayvana, bitkiye, çiçeğe ve başka şeylere dönüşen insanlar aracılığıyla bir kuşa dönüşme arzusunun bu- lunması şiir açısından anlaşılır bir bilgiyi gösterir: bir dilekte bulunur gibi yönlendirme yaparak nereye gitmeği arzuladığını da bildirir: “Uzağa! uzağa! burda çamur gözyaşla- rımızdan/ vicdan azaplarından, cürümlerden, acılardan uzağa” yani (Agathe’ın) kalbinin kuşa dönüşerek onu yeryüzüne ait kötülüklerin erişemeyeceği kadar uzak bir mesafeye götürmesini (kaçırmasını) bekler. Bir şekilde kuşa dönüşerek iç daraltıcı uzamdan kurtul- ma arzusunun kaynağını mitlerden aldığını düşünüyoruz; sözgelimi, Keyks ve Halkyone/

Keyks, Trakhis kralıydı, denizde boğuldu. Karısı Halkyone’nin ağlayışlarının sonu gel- miyordu. Kadına acıyan tanrılar, ikisini de birer “yelkovan kuşu” (halkyone) yaptılar2.

Jean Cohen Structure du Langage Poétique (Şiir Dilinin Yapısı) isimli yapıtında bu şiire ve Agathea değinir ve şöyle yazar: Kimdir Agathe? Agathe takma bir ad değildir, klasik komedideki isimler gibi yakıştırma bir ad hiç değildir. Bir kadın adıdır fakat ta- nınan böyle bir kadın olmadığından hem kadınların hepsine gönderme yapar veya hiç birine göndermede bulunmaz. Agathe yazar tarafından tanınan ve bilinen, kimliğini bize açıkladığı belirli bir kadın değil; herhangi bir kadın hiç değil. Etienne Sauriau’nun isim- leri ele alırken dediği gibi, buna “asıl ve mutlak” kadın denebilir. Bu, aynen kullandı- ğımız diğer durumdaki biçimler gibi, genel geçer, var olmadan yok olan, bu biçimdeki sözle anlatılamayanı söylemek için yapılan bir girişimi şekillendirir. Burada bu terime, bir zamanlar verilen neredeyse mistik diyebileceğimiz anlamı vermiyoruz. Bizim için

«sözle anlatılamayan» ancak düzyazıda da güçlü bir şekilde anlatılmasına olanak olma- yan, yani yalnız şiirin mecazla anlatma gücüne sahip olduğu şey anlamına gelir3. Şiirin ilk dizesinde Agathe’a (Söyle bana: kalbin bazan uçup gider mi? Agathe) diye yönelttiği soruda yanıtı aranan aslında aralarında içerme ilişkisiyle çeşitli özdeşlikler kurulan bir iç boşalmasıdır, bu yanıtı beklenmeyen soru öylesine sorulmuştur. Bu bağlamda, önce Paris ve sonra İstanbul özel olarak geçmese de, sevgilinin ve şiirde konuşan öznenin oturduğu kent her iki şiirde de belirlidir. Paris’i veya İstanbul’u yakından bilen biri için bu adlarla ilgili bir düşünce veya görüntünün bu kentleri hatırlatmasının doğal olacağını da özellik- le belirtmeliyiz. Bu betimlemeler her kente uyabilecek nitelikte değildir: Baudelaire’de daha şiirin isminde başlar Hüzün ve Serseri, (Söyle bana: kalbin bazan uçup gider mi?

Agathe,/ Mundar şehrin siyah okyanusundan uzak/ Işık saçan başka bir okyanusa doğru/

Götür beni vagon/ Vicdan azaplarından, cürümlerden, acılardan uzağa) ve Uyar’da (Bu evleri atla bu evleri de bunları da/ Göğe bakalım/ Falanca durağa şimdi geliriz göğe baka- lım/ İnecek var deriz otobüs durur ineriz/ Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun/ Nasıl olsa sarhoşuz öpüşürüz sokaklarda), derken okur kendine bu kadar hırsız polis hangi şehirde var diye sormadan edemez: Sessizlik de bir diyalogdur. Esas olan, anlamların mübade- lesidir. Anlam mübadelesi, sadece özne ya da metinlerden kurulu dünyaya değil, özneler arası ya da metinler arası bir dünyaya işaret eder. Öznelerarasılık ve metinlerarasılık, her

(4)

zaman belirsizliklere maliktir; kurulan dünya şeffaf bir dünya değil, belirsiz ve her zaman açımlanması gereken bir dünyadır4.

Ardından (deniz, geniş deniz, avut uğraşmalarımızı!) dizesiyle yine öznenin edil- genliği vurgulanarak denizden yardım istenir. La mer, la vaste mer, console nos labeurs!/

Deniz, geniş deniz, avut uğraşmalarımızı dizesinde her şey tek teselli (consoler) avundur- mak, yatıştırmak, unutturmak eyleminin içine sığdırılmış, öznenin dünyadaki hayatında bu kadar yükü sorunsuz taşıyabilmesi engin denizden gelecek büyük bir teselliye bağlan- mıştır. Her insanın avutulmaya ihtiyacı vardır ve bu da denizin insana gündelik yorgun- luklarını unutturan yanıyla karşılanmış ve suyun gücü üzerine yapılan vurgu artırılarak (hangi ruh verdi denize, bu boğuk sesli şarkıcıya) gibi kimi anlamsal boşluklar doldurul- muştur. Baudelaire’in daha ilk dizede kenti tanımlarken kullandığı immonde nitelemesi sözlükteki pis, mundar, berbat, iğrenç, tiksinç, utanmaz, açık saçık, arlanmaz anlamlarına koşut olarak l’esprit immonde şeytan anlamına da gelmektedir. Agathe’a çizilen yol ha- ritası uzaklık mesafesi olarak iğrenç kentin kara okyanusundan daha öteleri işaret eder.

Agathe isimli soyut bir kadın bedeni üzerinden sağlanan bu karşılıklı bağıntı ve içerme ilişkilerinin anlamlandırılması şiirsel söylem ve bu söylemi dile getiriş arasındaki bağlan- tıları göstermemize olanak sağlayacaktır, diye düşünüyoruz: Her iki şiirde özgünlüğünü yeniliğinden alır; yinelemelerden, çok seslilikten ve beklenmedik olaylardan beslenir.

Bu şiirlerde gökyüzü, deniz gibi insanı dinlendirir ve kalabalık kent yaşamının keş- mekeşinden, yalnızlıktan kurtulmak için zaman yitirmeden yeni ve özlenen bir yaşamı arama zorunluluğunu bildirir. Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda yer alan Göğe Bakma Durağı başlıklı şiirinin yalnız ve yabancı öznesi şizofrenik bir söylemle, seslendiği kişi- den, gözlerini kaçamak ışıklardan, şeker kamışlarından, bebe dişlerinden, güneşlerden, yaban otlarından kurtarmasını bekler ve seslendiği kişi dışında hiç kimseyi görmek iste- mez: Bu anlatım uzamda devamlılık ilkesine bağlı kalarak büyük kentin insan üzerindeki bunaltıcı ve ezici baskısını imler; bu nedenle, şiirde kent sözcüğünün çağrışımları sürekli olarak kendinden kaçış üzerine kuruludur yani, olumsuzdur.

Şiirin öznesi, karşısında bulunan -onu dinlediği varsayılan kişinin (default person)- bu- yurduğu eylemleri sorgulamadan gerçekleştirmesini ve eylemin sözcelendiği an’da sonuç- larının görülmesini beklemektedir: Özne ile yüklem arasındaki bağıntıda vurgu yüklemden daha çok kiplik üzerinedir5. Buyuru bildirim kipi şiirsel düzeyi güçlendirir; her edim sürek- li bir devamlılık ve devinim yinelenişi sözcelenerek duyurulur: Özne, şiirde bildirilen tüm eylemleri şu an yaşadığımız zaman diliminde gerçekleştirir ve bizden (sen-ben) sonuçlarını görmemizi ister: (Sayısız penceren vardı bir bir kapattım/ Bana dönesin diye bir bir kapat- tım) herkese sürekli bir çok sorumluluk yükleyen bu eylem kipinin şiiri nasıl yönlendirdi- ğini kullanımda örneklendirmek açısındanGöğe Bakma Durağı’nı okuyalım:

Göğe Bakma Durağı

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım/ Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamış- lardan/ Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından/ Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar/ Şu aranıp duran korkak ellerimi tut/ Bu evleri atla bu evleri de bunları da/ Göğe bakalım/ Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım/ İnecek var deriz otobüs durur ineriz/ Bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya/ Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum/ Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun

Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam/ Herkes yokken biz oluruz uyu-

(5)

mayalım/ Nasıl olsa sarhoşuz öpüşürüz sokaklarda/ Beni bırak göğe bakalım/ Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım/ Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum/ Bu senin eski zaman gözlerin yalnız ağaç gibi/ Sularım ısınsın diye ba- kıyorum ısınıyor/ Seni aldım bu sunturlu yere getirdim/ Sayısız penceren vardı bir bir kapattım/ Bana dönesin diye bir bir kapattım/ Şimdi otobüs gelir gideriz/ Dön- meyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç/ Bir ellerin bir ellerin yeter belleyelim yetsin/ Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat/ Durma kendini hatırlat/

Durma göğe bakalım6.

Uyar gökyüzünü ve denizi diğer imgeler arasından özenle ayırarak öne çıkarmış ve öncekilerden daha fazla ve değişik olarak cennet içeriğinde özgürlük, mutluluk ve huzur gibi birbirini tamamlayan ve açan karşılıklar yüklemiştir. Böylece, Modernizmin bireye dayattığı çatışmaları, bunalımları daha belirgin duruma getirmiştir. Toplum-birey çatış- maları arasında kendine yer bulan Uyar şiiri (Beni bu şehirden alın götürün) dizesiyle, Hüzün ve Serseri’nin yeniden söylenmiş biçimi gibidir: Trende, kapalı bir uzamda, ya- şanan (gözlenen, duyulan, düşlenen) nesneler, sık sık suya ve denize taşınarak uzam de- ğiştirirler. Aslında, hem tren, hem de vapurla (su ve deniz) ölümün durağan dünyasından hayatın, bütün bunaltısını yüklenmiş giden o coşkun sürecin durak bilmeyen akıcılığına geçiş vurgulanmaktadır. Deniz (su) açık uzamıyla hayatın, daha doğrusu ölümün anla- mını daha yoğun duymaya, yaşamaya olanak sağlamaktadır. Su hem ölümün, hem de hayatın içindedir7.

Nasıl ki Baudelaire bir kaçış uzamı olarak denizi yardıma çağırıyorsa, benzer şekilde Uyar da günlük yaşamın telaşından kurtulmada (durma-dan) göğe bakmayı salık verir: bu ayırt edici içeriğiyle, Baudelaire’in Moesta et Errabunda (Hüzün ve Serseri) adlı şiirine gönderme yapar: “Hey trenler, vapurlar beni buradan götürün (…) Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından”. Baudelaire’in bu şiirinde de arzuların gerçekleşmesi kent yaşa- mından kurtulma koşuluna bağlanmıştır. Hüzün ve Serseri de özlenen mis kokulu cennet, geyikli gece gibi, her şeyin güzel olduğu hayâli bir mekândır. Bu durum, Uyar’ın kurduğu metinsel geçişliliğin yerinde ve işlevsel olduğunu gösterir8. Uyar’ın gerçeklerden kaçarak düşlere sığınma noktası olarak gördüğü bir diğer alan uykudur; herkes uyusun (herkes yokken biz oluruz uyumayalım), der: Zamanla bu imajların karışıklığında bir mantık gör- meye başlarız. Karışıktırlar çünkü megalopolis hayatı karışık, hayatta, Uyar’ın şiirinde olduğu gibi, bir izlenim bombardımanı altındayız. Her şeyi birden sezmek zorunluluğun- dayız. Bir arada sunulan görüntülerde bir uygunsuzluk olması bugünkü düzene uygundur, öyle yaşamaktayız zaten9.

Baudelaire’de bireysel huzursuzluğunun kanıtı bir konuşma biçimini ısrarla sürdüre- rek al beni götür beni, der.

Bu durum sadece buyuru, bildirme kip(lik)lerinde değil, dilek-tasarlama kip(lik)le- rinde de söz konusudur:

Ben de geleyim, sen de gel, o da gelsin;

Haydi, biz de gidelim, siz de gelin, onlar da gelsin.

Bu örneklerde de yine altı kişi bulunmakla birlikte, (şayet bizle imlenen kişiler, bir ağızdan ifade etmemişse), bütün istekler, konuşan/ben tarafından dile getirilmektedir.

(6)

Dolayısıyla burada söz konusu olan; ben, sen, o, biz, siz, onların ayrı ayrı gerçekleştir- mek istediği bir gelme eylemi değil, özne’nin, kendisi dâhil, tüm kişiler için dillendirdiği gelme eylemini gerçekleştirme isteğidir (...) Birinci çoğul kişi emir kipi olarak sunulan örneklerde -AlIm/-lIm işaretleyicileri; genel olarak istek, teklif, tavsiye, isteklendirme gibi manalar bildirmektedir. İsteklendirme bildiren üç örnekte aynı zamanda ikinci kişilere yönelik bir emir manası da sezilmektir. Ancak bu, birinci çoğul kişinin -AlIm/-lIm’la ken- dine emir verdiği anlamına değil, -AlIm/-lIm‟ın -Xn/-ŋ işleviyle kullanıldığı veya konu- şanın, birlikte bir eylemi gerçekleştirmek için ikinci kişilere yönelik olarak emir yollu isteklendirmede bulunduğu anlamına gelmektedir10.

Her iki şiirinde bütününde geniş zaman kipi kullanılmış ve uzam olarak, Uyar’ın şiirinde buyuru bildirim kipi ve gerçek uzam “gökyüzü-durak”, Baudelaire’de de buyuru bildirim kipine koşut olarak gerçek uzam “okyanus-deniz” gösterilmiştir. Bilindiği gibi, şiirde uzam değişik biçimlerde dizelerin arasına yayılmış gösterilir; uzam denince, Bau- delaire’de gerçek/düşsel, dar/geniş Agathe’ın kalbinin kentin siyah okyanusundan ötelere (kuş) uçuşu örneğindeki gibi özel ve kişiye özgü süreklilik bildiren bir içerikte, Uyar’da (bu evleri atla bu evleri de bunları da/ Göğe bakalım/ Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım) gibi oldukça düşsel ve öznenin (nesnenin) sık sık yer değiştirmesine olanak tanır: Anlaşılması güç olanı kolay anlaşılana yakınlaştırmak, her ikisinin de ortak nitelik- lerinden biridir: Dize bireşimlerindeki anlam katmanlarını öylesine üst üste getirir ki, bu yarı saydam dizilişi bir bir soyarak çekirdeğe ulaşmakta hiçbir güçlükle karşılaşmayız.

Denilebilir ki, en diplere inmeyen okurlar bile rahatlıkla tat alabilirler onun şiirinden11. Baudelaire’de, Agathe’ın diğer organlarından ayrılarak seçilen “kalbi” bir gösteren olarak seçilmiştir ve bu gösteren öznenin şiirdeki “mundar şehir siyah okyanus, rüzgar, vagon” gibi diğer gösterenlerle kurduğu devamlılık ilişkisini belirginleştirmektedir. Bu uzam görünümleri, Uyar’da, (Bu senin eski zaman gözlerin yalnız ağaç gibi/ Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor) içeriğinde dile getirildiği gibi kendi aralarında bir tür özdeşlik ya da karşıtlık ilişkisi kurarlar. Her iki şiiri de okuduğumuzda bu özdeşlikler/

karşıtlıklar aracılığıyla (Hüzün ve Serseri) içeriğini açan geceyi/karanlığı ve kalabalığı olumlu gösteren anlam/ anlamlar buluruz.

1958-1959’da eğilip kendi yanaklarımdan öpüyorum diye yazan Uyar, Şiir Günlü- ğü›ne 19 Ağustos 1976’ da şu notu düşer: “Yaşadığım çok kötü günler, yaşadığım anlar- daki yoğunluğunu yitirdi. Yaşadığım iyi günleri de unutmuşum. Sonuç; anlamsız bir or- talama. Nedeni de galiba hep tek başına yaşamaya zorlanmam. Toplumsal düzen gereği mutluluğu tek başına aramam. Bin türlü (ve hala süren) hesaplı kargaşadan tek başına çı- kabileceğim konusunda şartlandırılmam12. Şiirin huzursuz öznesi bu bilişsel uzamı kimi kez (götür beni vagon! al kaçır beni gemi) gibi bir çağrıda betimler, kimi kez de Uyar’da gözlemlediğimiz gibi (Şimdi otobüs gelir gideriz/ Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç) örneğindeki gibi benzerliklerden yararlanır ve bu kendine özgü söylemi ıs- rarla sürdürerek gökyüzünü cennetle simgeleştirir: Şiirlerde verilen bilgilerden çıkarımda bulunan okur bundan sonrasını kendi imgelem gücüne bağlı olarak yorumlayacak ve şi- irin öznesi hakkında verilen bu üstü örtük bilgiler onu daha yakından tanımasına olanak sağlayacaktır: Danon-Boileau’nun belirttiği gibi, şiirde (ben) diye duygularını dile getiren özneyle, karşısındaki dinleyicinin duygu ve düşüncelerini önemseyen kişi (siz) birbirlerine karşı sözdizimsel olarak da bağlanırlar13.

(7)

Sayısız penceren vardı bir bir kapattım ↔ Götür beni, ey tren! kaçır beni, ey gemi!

Bana dönesin diye bir bir kapattım ↔ Uzağa! çok uzağa! pis gözyaşlarımızdan!

Şimdi otobüs gelir biner gideriz ↔ Agathe’ın kederli yüreği bazan der mi:

Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat ↔ Pişmanlıktan öteye, suçlardan, acılardan,

Durma kendini hatırlat, Durma göğe bakalım ↔ Götür beni, ey tren! kaçır beni, ey gemi!

Yukarda, Baudelaire’den ve Uyardan seçtiğimiz dizeler karşılıklı okunduğunda söz- cük yinelemeleri belirli bir müzik sağlamalarının yanı sıra dizeler arası geçişliliğin, de- vamlılığın ve çok anlamlılığın da göstergelerini oluşturdukları görülür. Her iki ozanın da müziği etkili anlatım araçlarından biri olarak kullandığını gözlemleriz. Bu kullanımı sözcüklerin oluşturduğu açıklık/kapalılık için yaptıkları kadar, Baudelaire’de (kaçır-gö- tür), Uyar’da (dur-ma) gibi buyuru bildirim eylemlerini kullanarak hız, sıklık ve anlamı çoğaltmak için de yaptıklarını gözlemliyoruz: Şiir, bilindiği gibi başlangıçta şarkıydı.

Fakat daha sonra şarkı olmaktan çıktı. Bizim üzerinde çalıştığımız şiir söylenen ya da okunan şiirdir. Bunu yaparken, şiir müzikle ilgili kaynaklarının dikkate değer bir kısmını bilinçli olarak bir kenara bıraktı. Yalnızca bir süre için, Georges Loteşiir okumada uzun- dan kısaya ilişkinin yalnızca 1 den 7 ye, müzikte ise dört katlı kroştan rondoya ilişkinin 1 den 64 e kadar olduğunu gösterdi. Aynı şekilde, şarkıdan söze geçerken, ses belirgin bir şekilde yoğunluk kademesini ve yine yükseklik kademesini azaltır. Henri Bremond haklı olarak şunu saptıyordu: Gerçek müzikle karşılaştırıldığında, Baudelaire ve Wagner hafif müziktir14.

Özne burada, sanki mutsuzluğa yazgılı oluşuyla toplumun tümünce hiç bir zaman kabul edilmeyeceğini bilerek yaşadığını dile getirmektedir: Sanki biri ona ikiniz aynı anda sevinemezsiniz demiş gibi: (İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım) diye başlatır şiiri, bu kişiye özgü varlık/yokluk durumu, kimi imgelerle büyük kenti içerecek şekilde kullanılmaktadır: (Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam), burada anılan bunalımlar öznenin doğrudan gerçek yaşamından kaynaklanan mutsuzluklarıdır, (Seni aldım bu sunturlu yere getirdim/ Sayısız penceren vardı bir bir kapattım/ Bana dönesin diye bir bir kapattım) dizelerinde geçen sunturlu sözcüğü sözlükte adamakıllı, dehşet- li, gösterişli, görkemli anlamlarına gelmektedir. Sonra arada (Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç/ Bir ellerin bir ellerin yeter belleyelim yetsin) diye sürdürülen söylem şiirin hüzünlü havasını dağıtmaya yetmez ama yetsin diye eklenerek bu olumsuz uzam-zamanı genişletmektedir: Turgut Uyar’da biçim kaygısı, söylemek istedikleriyle eşzamanlı olarak ilerliyor. Bunun için Uyar’da çözülmüş bir biçim sorunu yok; her yeni şiir, yeni bir biçim sorunudur onun için. Hiçbir zaman alışılmış söyleyişlerin kolaylığına kapılarak önceki biçimlerin, kullanılmış olanakların tekrarına gitmiyor; her yeni şiirinde ham sözcükleri yonta yonta söylemek istediklerini bunlara uygun biçimle söylüyor. Bu- nun için şiirlerinin biçimlerinde bir mekanikleşme tehlikesi yok15.

Benzer şekilde, Baudelaire’in kullandığı (Uzağa! çok uzağa! pis gözyaşlarımızdan!) gibi uzam öğeleri özneyi başka uzamlara gönderen yol üzerinde bulunur; çünkü, Agat- he’ın kuş gibi pır pır eden, yerinde duramayan kalbi şiirdeki diğer gösterenlerle bir arada değerlendirildiğinde şiir dilini daha üst bir planda yeniden biçimlendirmek için onun gös-

(8)

terim düzenini değiştirdiğini görürüz. Bu şiirsel söylemi yeniden biçimlendirme arzusu, Uyar’da ise, okurun şiire anlamlar yükleme sürecinde (tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum/ bu senin eski zaman gözlerin yalnız ağaç gibi) gibi çeşitli yorumlar ve önerme- ler yaratmasına olanak sağlayacaktır, yani Agathe’ın kalbinin imgesel gönderimleri artık bilmedikleri koşuşlar, şarkılar, öpücükler, demetler gibi bileşenlere bağlı olarak düzen- lenirken, Uyar’ınkiler otobüslere bağlı olarak düzenlenir; (Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım/ İnecek var deriz otobüs durur ineriz) bu nedenle, ozanın şiirde anlattıkları- nı eyleme yüklenen işlevleri çözümleme yaklaşımıyla ele alarak yorumlamak şiir dilinin yinelemeli zamansal yapısını anlamak için geçerli bir yol olarak görünmektedir.

(Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam/ Herkes yokken biz oluruz uyu- mayalım/ Nasıl olsa sarhoşuz öpüşürüz sokaklarda) Uyar, yaşanacakları belirsiz bir ge- leceğe ertelemez dolayısıyla bu tez canlılığın bir arada duramadığı edilgenlikle de bağ- lantısını keser. Bu kesme, yalnızca imgeler ve söylemler boyutunda değil, dil kullanımı boyutunda da, kullanılan sözcüklerin dönüşümünde gözlemlenir: insanları yalnızca gün- lük yaşama ilişkin iyilik, kötülük gibi değerlere göndermez bunun yanında, şehrin gürül- tüsü içinde yansıtır; cinsel istek gibi, doyum, doyumsuzluk gibi kent ve nesne fetişlerine gönderir: Turgut Uyar’da cinsel istek, eşyaya damgasını basmıştır. Cinsel isteği saf ve aptal odalardan çıkararak şehrin gürültüsünden geçirir. Şehir, fetişleridir. Şiirin altında ayrı bir akıntı vardır: yapmayı sevmek, insanın haklı çıkması. O bütün bu verileri kucak- lar, sayar, köşelere diker. Büyük bir hoşlanma duygusuyla kamaşıktır, ürkek yürek bütün geçmişi kabullenmektedir. Duyarlık, yüreğinde de omuriliğinde de aynı hızla yükselir.

Turgut Uyar yalnız bir ritim kurmamış, aynı zamanda o ritmi kendi şiirinin kadrosu için de özgürleştirmiştir. Ondaki iç ritim sese ilişkin bir nitelikte değil. Daha çok şiirsel yükün gövdede rahatlıklar aramasıyla ilgilidir16.

Bu bağlamda, Hüzün ve Serseri şiirinde Agathe’ın yüreği bölünmüş/ parçalı bir gö- rüntü içinde zamanda belirli bir an’da dondurulmuş olmasıyla belirlenir. Çünkü Agat- he’ın diğer organları bir yana bırakılarak yalnızca kuş yüreği gibi kıpır kıpır kalbinin uçurulması (söyle bana: kalbin bazan uçup gider mi? Agathe) sözcesi söylemdeki bu par- çalı gösterimi kanıtlar niteliktedir. Uyar’ın şiirinde de kendisine seslenilen okur (İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım) diyerek olumlu düşünmeye davet edilir; yani, içimiz- den birinin veya her ikimizin üzülmesine gerek yok istersek ikimiz, birden, aynı an›da sevinebiliriz, anlamı öne çıkarılır. Baudelaire’de sözü edilen kent uzamı (mundar) kirlidir ve kirliliğinin kanıtı olan vicdan azaplarıyla, suç ve suçlularla, acılarla doludur; hatta okyanusunun rengi bile karadır: Sık başvurulan yinelemelerle şiirdeki öznenin can sıkın- tısı, çok istediği halde hiçbir yere gidemeyecek (olması) gerçeğiyle kent yaşamının kö- tülüklerinden kurtulamama, kirlerinden arınamama cezasıyla somutlaştırılır: şiirin öznesi kendisi bir yere gidemez fakat şaşırtıcı bir dilekte bulunarak çevresindeki nesnelerin onu götürmesini (götür beni vagon! al kaçır beni gemi!) bir şekilde bu iç karartıcı uzamdan (uçurmasını) bekler. Uyar’da da benzer şekilde (Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar/ Şu aranıp duran korkak ellerimi tut/ Bu evleri atla bu evleri de bunları da/ Göğe bakalım) olumsuzdan olumluya ilerleyen bir bakış açısına tanık oluruz; fakat, Baudelai- re’le karşılaştırdığımızda, Uyar’ın dünyaya ve insanlara karşı çok daha olumlu bir bakış açısına sahip olduğunu görürüz; onun tüm huzursuzluğu, huysuzluğu ve hırçınlığı daha çok kendi kişiliğiyle ilgilidir ve kendine zarar verir, diye düşünüyoruz.

Uyar’da, geniş ölçüde büyük kentten kaçmak ve kekikle, dağla ve kayayla gösterilen

(9)

doğayla bir arada olmak düşüncesi öne çıkarılır: Siz (Beni bu şehirden alın götürün) diye buyuru eylem kipinde doğrudan doğruya doğadan yardım ister. Uyar, Tel Cambazının Telden Düşerken Söylediği Şiirdir’de şöyle yazar:

Dağlarda iki kekik koksa/ Biri benim içindir/ İki kaya yarılsa/ Siz beni bu şehirden alın götürün/ Tükenmez yağmurlarda ıslatın (…)/ Şehrin bütün ışıklarını söndürün/

Kapatın bütün kapılarını Beni bu şehirden alın götürün17.

Can Yücel, Varsa Ölümün Arifesi isimli şiirde Turgut Uyar’dan şöyle söz eder:

Bakmayın siciline emekli yüzbaşı kaydı işlendiğine/ Kendisi mirlivaydı.../ Nası da sürerdi yavrum, gebelerden aşağı/ Şiir-aşkın komutu üzre/ Livalarını/ O umarsız ve umulmaz güzellikteki benliğimize doğru!.../ Gördünüz hepiniz arazide onu/ Bütün piyade ve süvari tatbikatlarında.../ Derken indirirdi bir paraşüt bölüğünü/ Benlen karımı barıştırmak için,/Oturup patlıcan salatası yapardı/ Unutmaz kırmızı biberi, sarımsağını.../ O, aynı zamanda, Napoléon’un ordusunda/ Mısırların, kıtaların ta önünde/ Yürüyen bir trampete çocuktu/ Waterloo veya 12 Mart’ta.../ Belki de İspan- yol İç Harbi’nde/ Pisi pisine ölen bir Lorca.../ Ben Turgut’la okuşup kokuştuğumda/

Yaşamanın umman soluğunu soluduğumda/ Denize açılır olurdum hep/ Fethe çı- karcasına Dünyanın En Güzel Arabistanı’nı/ Şiirimizin o en kızıl saçlı levendiyle18. (Gördünüz hepiniz arazide onu) burada arazi sözcüğünün sınırlı olana ilişkin bir çağ- rışım alanı oluşturduğu, (Derken indirirdi bir paraşüt bölüğünü/ Benlen karımı barıştır- mak için) dizesinin bu vurgulamayı daha da pekiştirmek için yazıldığı açıktır ve (Belki de İspanyol İç Harbi’nde/ Pisi pisine ölen bir Lorca/ Yaşamanın umman soluğunu soludu- ğumda) dizelerinde sorunu yalnızca dostluk bağlamında ele almaz bunun yanında, ölümle yaşam imgelerini bir arada kullandığını görüyoruz.

Bu çalışmada Turgut Uyar’ın Göğe Bakma Durağı isimli şiirini Baudelaire’in Moes- ta et Errabunda (Hüzün ve Serseri) şiirinden yola çıkarak çözümlemeyi denedik. Genel olarak buyuru bildiren dizelerin şiirsel bağlamı nasıl yönlendirdiğini ve yineleme/ sü- reklilik kavramları ile uzam arasındaki dizeler arası yakınlığı nasıl simgeleştirdiklerini irdeledik. Her iki şiirinde bir konu ve öyküye sahip olduğunu bulguladık. Bu sahipliğin betimlemelerin somutluğu, gözlemlenen ayrıntıların sayıca çokluğunda belirginleştiğini saptadık yine, öznelerin sık sık rol değiştirmelerinin öyküsel düzeyin ağır bastığının kanı- tı olduğunu gördük. Bu gözlemin bir başka sonucu ise şiirlerde eğretilemeden çok betim- lemenin yeğlenmesidir. Her iki şiirin öznesi de, huzursuz bireylerini anlamaya çalışarak yaşamaktansa, içinde bulundukları durumun gerek ruhsal gerek toplumsal sonuçlarından kaçmayı seçmekte ve hem düş hem de eylem düzeninde yeni bir yaşam şekli bulmayı yoksa yaratmayı denemektedirler.

Bu bağlamda, şiiri sözceleyen öznenin kendiyle baş başa kalınca kısa bir süreliğine yaşanan şu an’dan daha gerilere, uzağa daha uzağa, önce (kaçıcı zevklerle dolu o masum cennet)’e, sonra (vicdan azaplarından, cürümlerden, acılardan uzağa) ilk çocukluk yıl- larını yeniden yaşamak üzere geçmişe dönme isteğini gözlemledik. Belirgin bir farkla, Uyar’ın şiir öznesi kendini hapiste hisseder özgür olmadığı için şehirden çıkamaz tıpkı, hapistekiler gibi voltaya çıkınca göğe bakma davranışını yineler.

(10)

Sonuçta, Turgut Uyar’ın, tıpkı Baudelaire gibi, Dünyanın En Güzel Arabistanı’yla bireyin huysuz, huzursuz iç dünyasını, çatışmalı, çelişkili ilişkilerini ve katı gerçeklik- ten kaçışını odağa alan değişik şiirler yazmayı denediğini gördük. Bu şiirler birbirleriyle ilişkilendirilerek okunduklarında ortak bir anlam evreninin odağında bulundukları görül- müştür.

NOTLAR

1 Baudelaire, Les Fleurs du Mal, 2011:96-97/Kötülük Çiçekleri, 2001:86.

2 Necatigil, Mitologya, 2007:92-93.

3 Bundan dolayı, özel isim anlamını yalnızca sözcüğün en doğru anlamıyla kendisi iletide yer alarak ister tanımlanması ile ister duruma bağlı olarak o ismi taşıyanın adı söylenirse anlam ka- zanabilir. Yine burada, şiir görevlerini yerine getiremez. Betimlenmesi eksik kalır ve bu arada isim hiç kimseyi adlandıramaz: Cohen, Structure du Langage Poètique, 1966:78.

4 Söylem alanı bir “belirsizlik” alanıdır; bu belirsizlikte ikamet eden varoluş tarzları, dil ve insan- dır: Kendileri de belirsiz olan açık uçlu “dil” ve “insan.” Birer belirsizlik alanı olarak söylem/

ler, dilde ve insanda hayat bulur. Dilin ve insanın belirsizliği üzerinde yoğunlaşan yorumcu dü- şünce/hermeneutik ve beşeri bilimler söylemi üzerinde düşünülmesi gereken bir mesele haline getirmişlerdir: Sözen, Söylem, Belirsizlik, Mübadele, Bilgi/Güç ve Refleksivite, 1999:14-24.

5 Laurent Danon-Boileau, Psikanaliz ve Dilbilim, 1998:48.

6 Turgut Uyar, Bütün Şiirleri, YKY, 2016:27.

7 Tomris Uyar, Şiirde Dün Yok mu, 1999: 43.

8 Caner, Turgut Uyar’ın Huzursuzluğu, 2006:186.

9 Aslına bakılırsa, sözlerinden yansıyan yabancılık, gerçek bir taşralılığı aynı zamanda hem içe- rir, hem de neredeyse bir uzaylı yabancılığıyla, aşar. Daha doğrusu, sözleri, şiir-söz olarak bile, bilebildiğimiz hiçbir tarihsel toplumsal tekil kişiye tam tamına uymaz ve bu anlamda, ‘ben’

sözcüğünün sıklığına karşın, ama biraz da sayesinde, ‘ben’ olmanın ötesindedir,Tomris Uyar, Şiirde Dün Yok mu, 1999: 53-235.

10 Karademir, Türkiye Türkçesinde Emir Kip(lik)i üzerine, 2012:2101-2112.

11 Tomris Uyar, Şiirde Dün Yok mu, 1999:112.

12 Tomris Uyar, Şiirde Dün Yok mu, 1999:116.

13 Danon-Boileau, Sözcelem Öznesi-Psikanaliz ve Dilbilim, 1998:46.

14 Şiir dili iki şeyin toplamı ile özdeşleşir: düzyazı + müzik. Müzik, yapısında hiçbir şey değişme- den düzyazıya eklenir. Saussure’ün dili satranç oyununa benzetmesini ele alırsak, şiirleştirme, kendi estetik değerini kazanmaya elverişli, fakat işleyişinde ve yapısında kendi satrancıyla hiç benzerliği olmadan sanatsal olarak şekil verilmiş parçalara benzer. Kuşkusuz bu şiir anlayışı tamamen hatasız değildir. Dikkatli estetik ses incelemeleri –eşses, ahenk- zaten şairin uzak olduğu şeyler değildir. Herhangi bir dilde dizelerden duyulabilen zevkin ortaya çıkardığı gibi kendi içinde hoşa giden bir müziği vardır: Cohen, Structure du Langage Poètique, 1966:17.

15 Tomris Uyar, Şiirde Dün Yok mu, 1999: 22.

16 Tomris Uyar, Şiirde Dün Yok mu, 1999: 64.

17 Turgut Uyar, Bütün Şiirleri, YKY, 2016:121.

18 Yücel, Portreler, 2012:29.

(11)

KAYNAKÇA

1. Baudelaire, Charles, Les Fleurs du Mal, Paris: réimpression Éfélé de l’édition Poulet-Malassis et de Broise, (1861), 2011.

2. Baudelaire, Charles, Kötülük Çiçekleri, Ahmet Necdet Çevirisi, Adam Yayınları, İstanbul, 2001.

3. Caner, Fırat, Turgut Uyar’ın Huzursuzluğu, Doktora Tezi, Bilkent Üniversitesi, Ankara, 2006.

4. Cohen, Jean, Structure du Langage Poètique, Paris, Flammarion, (Şiir Dilinin Yapısı, akt.

Sadık Türkoğlu), 1996.

5. Danon-Boileau, Laurent, Le sujet de l’énonciation, Psychanalyse et linguistique, Réference et Enonciation, L’homme dans la Langue, Gap, Ophrys, 1998. Sözcelem Öznesi-Psikanaliz ve Dilbilim, Mehmet Baştürk çevirisi, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum,./ 2.Basım: Psika- naliz ve Dilbilim (Sözceleme Öznesi) Nisan, Ankara: De Ki Basım Yayım, 2007.

6. Karademir, Fevzi, “Türkiye Türkçesinde Emir Kip(lik)i üzerine”, in Turkish Studies - Inter- national Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Ankara, Volume 7/4, Fall 2012, p. 2091-2138.

7. Necatigil, Behçet, Mitologya, Kutupyıldızı Kitaplığı 9, İstanbul, 2007.

8. Le Nouveau Petit Robert, Dictionnaire alphabétique et analogique de la langue française, Montréal, Canada, 1993.

9. Saraç, Tahsin, Fransızca-Türkçe Büyük Sözlük, İstanbul, Adam Yayınları, 1989.

10. Sözen, Edibe, Söylem, Belirsizlik, Mübadele, Bilgi/Güç ve Refleksivite, İstanbul, Engin Yayın- cılık, 1999.

11. Todorov, Tzvetan, Sémantique de la Poésie, Paris, Editions du Seuil, 1979.

12. Türk Dil Kurumu Sözlüğü, Ankara, TDK Yayınları, A-K/ L-Z, 2 Cilt, 1983.

13. Uyar, Turgut, YKY: Büyük Saat - Bütün Şiirleri (2002) Korkulu Ustalık - Şiir Üzerine Yazılar, Söyleşiler, Soruşturmalar, Bir Şiirden (2009) Yitiksiz (Kitaplarına Girmemiş Şiirleri) (2010) Dünyanın En Güzel Arabistanı (2016) Doğan Kardeş Göğe Bakma Durağı - Seçme Şiirler (2008)

14. Uyar, Turgut, Büyük Saat, Bütün Şiirleri, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2011.

15. Uyar, Turgut, Divan. Bilgi Yayınevi, Ankara, 1970.

16. Uyar, Tomris, Şiirde Dün Yok mu, Can Yayınları, İstanbul, 1999.

17. Vardar, Berke yönetiminde Güz N., Öztokat E., Senemoğlu O., Sözer E., Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, İstanbul, ABC, 1988.

18. Yücel, Can, Portreler, Türkiye İşbankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.

Références

Documents relatifs

Yukarıda belirttiğimiz genel çerçevenin yanı sıra, Defoe’nun temel esin kaynağı sa- yılabilecek Alexander Selkirk’in öyküsünü de göz önünde tutarak Life and surprising

Les eaux de l'Oued El Abid, « turbinées » une pre- mière fois à Bin-el-Ouidane, sont ensuite dirigées, après le barrage de prise d'Aït Ouarda, vers les deux con- duites

A construção do conhecimento científico é coerente com as ideias de Gowin subjacentes ao seu Vê epis- temológico, ou seja: os grandes problemas a investigar são determinantes

bituées au climat saharien ne sont pas dans toutes les conditions microclimatiques et édaphiques où elles vivent habituellement : en particulier elles sont

Le fil est travers´e par un courant variable donc le champ B ( t ) est variable donc on a l’induction de Neumann ce qui entraine la cr´eation de courant variable i ( t ) dans le

Il faut pour cela que les noyaux surmontent l’intense répulsion due à leurs charges électriques toutes deux positives (phé- nomène dit de « barrière

Bu şekilde bir sistem gerçekleştirimi yapabilmek için geleneksel servis kullanımına ilave olarak OWL ve RDF gibi ontoloji dilleri kullanılarak sisteme uygun bir

» Kadınlar ya da bazı etnik gruplar gibi ayrımcılık veya iddet riski altında olan ki iler, kriz durumunda güvende olmak için özel bir korumaya ve